Teknolojik Anneler ortağım, dostum Derya ile birlikte (Derya Divrikli) Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı desteği ile hayata geçirdiğimiz projemiz Dayanışma Ekranı.
Videoların tamamına BU LİNKTEN ulaşabilirsiniz.

Teknolojik Anneler ortağım, dostum Derya ile birlikte (Derya Divrikli) Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı desteği ile hayata geçirdiğimiz projemiz Dayanışma Ekranı.
Videoların tamamına BU LİNKTEN ulaşabilirsiniz.
Yapılanlar, söylenenler unutulurmuş zaman içinde, bir tek anda hissettirdikleri kalırmış anı olarak. Hah, işte ben o lafı değiştirmek ve “Hepsi unutulur, kokuları kalır!” yapmak istiyorum. Pek çok koku içinde çamaşır suyu anı belleğimde hissiyati ile fazlasıyla belirgin. Kokusu orada, kokusu gitmiyor :)
Oysa ki yıllar var ayrıyız. Çamaşır suyuyla ilişkimi çocuğum olduktan sonra kesmedim ben, daha önce ayrıldı yollarımız. Birden bire ortaya çıkan, başladığı andan itibaren bir kaç ay geçmek bilmeyen alerjik astımım sonrası pek çok kimyasal çıktı hayatımdan. Çamaşır suyu da kapıyı ilk görenlerden oldu. Bir kaç yıl süren bu “alerjik” durum, çok kısa günlük kısa ziyaretler dışında uğramadı doğal-olmayan-ne-varsa-at günlerimden beri. Doğru kararmış diyebilir miyim? Rahatlıkla derim evet.
Aşırı titizdim. O da iyileşiyor çocuktan sonra :) “Yere değdi, sokma çocum onu ağzına” tarzı bir titizlik değil kastettiğim. “Bunun içinde ne var, etikette yazan şu garip sayılar nedir” tadında her şeyi google’layanlardanım, gugıl şampiyonuyum, en hızlı soruyu ben sorarım, konudan konuya en hızlı ben atlarım! Bilmem gerek, nedir o “içindekiler”?! Sahi, nedir?
İşte çok bilince de hayattan soğuyor insan. Limon, sirke, karbonhidrat. Temizlik anlayışım bu uzunca süredir. Arap sabunu da var geniş alan temizliği için kullandığım. Sıvısı, jeli, her kıvamı mevcut. İçim tamamen rahat mı? Hayır. Hem zaten endişesi biten anne olur mu hiç :))
Mutfak tezgahına çiğ et, tavuk vb gıdalar değdiğinde yaptığım temizlikten endişeleniyorum. Hayvan dışkıları ile dolu Kadıköy kaldırımlarından yürüyerek eve girdiğimizde endişeleniyorum. Dağ tepe doğa yürüyüşleri yapıp çamur (ve kim bilir başka neler) batağındaki botla eve döndüğümüzde endişeleniyorum. Az sonra temizlediğimi düşündüğüm yerlerden oğlum çıplak ayak geçecek ve yatağına yatacak, biliyorum. Emin olamıyorum. Doğaya düşkünlüğünü bildiğim Dinamik Anne Tuğba’ya ve blogunu severek takip ettiğim Anne Sırları Gülderen’e sormak istiyorum, siz ne yapıyorsunuz? Temizlik için ne tercih ediyorsunuz?
O gün, nedendir bilinmez, eve gidiş yolunu değiştirmek istemiş. ‘Can’ı öyle istemiş.
Arabasıyla arka yolların birine sapmış. Bomboş yolda giderken, karşıdan karşıya geçen bir kaplumbağa görmüş ve durmuş. Beklemiş. Ağır ağır yürüyen hayvanı seyretmiş. Hayvan onun yolundan çekilmiş ama hala yolun ortasındaymış. ‘İneyim de şunu karşıya bırakayım’ demiş. Arabanın kapısını açmış ve o an kuş seslerinden, arı vızıltısından başka ses olmadığını fark etmiş. ‘Amaan, boşver’, demiş, ‘Bir şey olmaz.’ Arabanın kapısını gerisin geri kapatmış.
Ama bir şey olmuş! Önlerindeki virajı aniden dönen bir motosikletli sürücü, bir anda kaplumbağın üzerinden geçmiş..ve bir şey olmamışçasına yoluna devam etmiş.
O gün şaşkınlık ve derin üzüntüyle evine dönen adamın gözüne tam 7 gün uyku girmemiş. Sevenleri, yakınları, tanıyanları, tanımayanları onu ziyarete gelmişler ve teselli etmeye çalışmışlar; ‘Bırak artık, olan oldu’ diyorlarmış, ‘Olacağı varmış’ diyorlarmış.
O ise hep aynı şeyi tekrarlıyormuş, ‘Ah’ diyormuş, ‘Ah ben “boşver diyen adam” olacağıma o masum canın yerinde olmayı yeğlerdim…’
7. Günün sabahı birden gözlerini açmış. 7 gecedir aynı kabusu gördüğünü, kaplumbağacığın yaşadığını anlamış. İşte o an ferahlamış, günlerdir ilk kez gülümsemiş ve deriiin bir nefes almış.
O adamın ismi Kemal Amcaymış ama herkes onu Kaplumbağa Adam olarak hatırlamış.
Dün varmış, bugün yokmuş.
Kızı Derya’ya
“Çok özel bi taş buldum,bak!” diye koşarak geldi yanıma. Çocukken taş koleksiyonum olduğunu söylediğimden beri, o da taş toplar oldu. ‘Çok güzel! Yalnız bu bir taş değil’ dedim, ‘Bu bir kestane!’ O gün bu minik kestane Bubu’nun cebine girdi ve ben diyeyim 6 ay, siz deyin 9 ay bizimle dolaştı ta ki önceki güne kadar
Sıkışık trafiğin ortasında kalsak, bi yerden Bay Kestane çıkıyordu, Bubu ona sürekli bir şeyler anlatıyordu. Doktora gitsek cebimizde gizli yolcu Bay Kestane bizimle geliyordu. Sahilde yürüyüşe çıksak kestaneye arkadaş bulmak için yine elinde, bizimleydi. Bir yolculuğa çıkacak olsak çantaya ilk Bay Kestane giriyor, bazen pazar akşamları ‘Anne, kalem kutuma koydum Bay K’yi, ama sınıfta hiç çıkartmıyorum, cuma tekrar eve dönecek’ diyordu. Yalnız öyle çok bir takıntı hali de yok, ara ara reytingi artıyordu kestanenin, bazen 10 gün – 15 gün unutuluyordu.
Geçen gün anaokulunda bahçeye çıkarlarken, bizimki kestaneyi çantasından çıkartıp cebine atmış ve ‘kıymetlimisss’ o gün tenefüste bahçede Bubu’yla birlikteymiş, arkadaşlarıyla oyunlar yapmışlar. Ne olduysa bahçeden sınıfa geri dönerken olmuş.
Buradan sonrası Bubu’nun aktardığı şekliyle aktaracağım, olayı birebir bilmiyorum ama en azından (ve benim için en önemlisi) oğlumun olanı algıladığı şekil bu. Neyse, içeri dönüyorlarmış ve öğretmeni elindeki kestaneyi görmüş, ‘Onu bahçede bırak’ demiş. ‘O benim’ demiş Bubu ama fazlasını ekleyememiş, utanmış. Öğretmen de yinelemiş, ‘O sınıfa girmeyecek’. Ben Bubu’nun yüzünü hayal edebiliyorum, ‘Servise binerken alabilmek için usulca oradaki ağacın altına bıraktım’ diye anlatıyor çenesi titreyerek. Bırakmış ve içeri yönelmiş, tam içeri girerken bir bakmış, öğretmeni Bay Kestane’yi Bubu’nun koyduğu yerden almış, hızla uzağa fırlatmış.
‘Artık bulamam onu’ diye yaşlı gözlerle anlattı, ertesi gün gittik aradık ama bulamadık. Etrafımızda kestaneden bol bir şey yok elbette, ama konu kestane de değil. 2 cm.lik eciş bücüş kestanenin kime ne zararı vardı, ben anlamıyorum. Bir çocuk için çok önemi vardı, onu biliyorum. Korkularından endişelerine, heyecanlarından mutluluğuna bir oyun yolu bulmuştu kendine ve ne oldu, öğretmeni aldı, onu fırlattı attı.
Çocuğun -çok belli ki tekrar alabilmek için- usulca bıraktığı kestane, neden alınıp uzağa fırlatılır? Neden çocukların hayal güçlerini törpülemek için hiç bir fırsatı kaçırmıyoruz?
Neyse ki biz dün parkta çok çok özel bir dal bulduk, Bubu buldu daha doğrusu. 2 bacağı var gibi duran çok şirin 10 cm kadar bir dal. Henüz ismi yok ama şu an başucunda duruyor. ‘Bunu asla okula götürmiycem anne!’ diyor. Siz söyleyin, haklı değil mi?
Taa çocukluğundan beri görmediğin insanın günde 8 kez paylaştığı özlü sözlere, üst kat komşunun pişirdiği -aslında kokusundan fenalık gelen- yemeklere, işyerindeki arkadaşının haftasonu gezmesine, çok tanımadığın ama iş icabı takip ettiğin kişinin günaydın-afiyet olsun-iyigeceler selfielerine maruz kalmak zorunda mısın?
Hatır için takip etme / etmeme çizgisi nerededir, bilen var mı?
Facebook en kalabalık yerlerden biri. ‘En görmediğin’ insanların listende olduğu yerlerin de başında. Annenin komşusundan, çocuğunun sınıf arkadaşı annelerine kadar oradalar… neyse ki gizlilik ayarları da var. Azıcık uğraşla kendi küçük listeni oluşturabilir, herkes hala listende iken hem onların paylaşımlarını engelleyebilir, hem de kendi paylaşacaklarını sadece kendi grubunla paylaşabilirsin. Tabii herkesi listeden çıkaracak cesaretin yoksa! Benim yok, arada babalar gibi hatır var.
Twitter en atarlı sosyal mecra, orada işler nispeten kolay. Yazdığını mı sevmedin, oh hazır bahane bulmuşsun işte; çat kapat, çat engelle. O seni görmesin, sen de onu. Zaten twitter’da sadece eş dost takip etmiyorsun ki; habercilerden sanatçılara ilgi alanın neyse ekliyorsun, aslında istersen listeler de yaparsın ama o kadar dinamik ki ortam itiraf edelim kimse listeyle uğraşmıyor. Bahanen ‘çok olunca takip edemiyorum’ da olabilir, ‘ben sadece şunları şunları takip ederim burada kardeşim’ de olabilir; açıklama gereksin gerekmesin, unfollow en kolay tibıtırda.
Instagram, püsküllü belam. Ay darılmacaların hası burada! Küsmeceler, alınmalar, buradan silersen diğer tüm mecralardan seni silmeler. Tanımadığın insanlardan gelen yorumlara, trolcübaşlarına girmiyorum, o apayrı bir yazı konusu.
Gerçek şu ki Instagram’ın kullanım amaçları çok farklı olabiliyor, kimi iş için kullanıyor, kimi ayda bir giriyor, kimi 1 günde senin 1 ayda koyacağın kadar şey paylaşıyor. En esnek ‘hatır takibi’ kuralı burada olması gerekirken, instagramer sana en sert cezayı veriyor. Oradan silersen diğer her yerden takibi kesme, bir nevi hükümsüz yargılamayı yiyorsun. Yani misal hayatından şekeri çıkardıysan, pastacıyı takipten çıkaramıyorsun, küsüyor! Çocuğum büyüdü, bebekli şeyler görmek istemiyorum diyorsun, öbürü alınıyor. Ay bu sosyal medya işlerinde gözle görünmeyen dertler bitmiyor!
Oğlum ‘pis hareket’ diye bir laf öğrenmiş bugünlerde ve olduk olmadık kullanıyor, engel omak yerine bize de bulaştı. Şimdi bu ‘anfarov’ etmeler pis hareket midir diye sorarsan; bence değildir, temiz harekettir, dürüsttür, ferahtır. Alınganlık yapanların sosyal medyaya giriş 101’den başlamaları gerekir.
Çok fazla kişinin bilmediği, Kadıköy Belediyesi‘nin son 5 yıldır hizmete sunduğu Kadıköy Koruyucu Ruh Sağlığı Merkezinden bahsetmek istiyorum.
6 yaşına yaklaşan oğlumla 30 aylık döneminden beri devam ettiğimiz merkezde aldığımız hizmetten, psikolog ve psikyatr yaklaşımlarından, çocuğa verilen değer ve gösterilen emekten inanılmaz derecede memnunuz ve minnettarız. Üstelik bu hizmeti karşılıksız yani ücretsiz alıyoruz. Peki ‘Koruyucu ruh sağlığı’ nedir ve neler yapılıyor derseniz…
2011’de hizmet vermeye başlayan merkez, 1 yıl öncesine kadar Yeldeğirmeni’nde Rasim Paşa binasında hizmet veriyordu. Daha modern ve yepyeni yapılan bir binaya taşınarak Göztepe Özgürlük Parkı’na yakın bir yere taşındılar. Belirttiğim gibi bu kez yepyeni olan binanın tasarımı da, yerleşimi de küçüklere hitap edecek şekilde. Kapıdan girer girmez minicik sandalyeler, boya kalemleri, kitaplar karşılıyor sizi bekleme alanında. Zaten yeşillikler içinde, nefis bir parkın hemen içinde yer alıyor, dolayısıyla ne girişte ne çıkışta çocuğu irite edebilecek hiç bir unsur bulunmuyor.
Merkezde, Kadıköy’de ikamet edenlere ücretsiz olarak çocuk ve ergen psikiyatrisi ve psikologlardan oluşan uzman ekip eğitim veriyor. 0-6 yaş ağırlıklı hizmet veren ekip, 14 yaşa kadar size ve çocuğunuza yardımcı oluyor.
2 yaş krizi, 5 yaş problemleri, boşanma, taşınma, ayrılık durumları, gelişim gerilikleri, hiper aktivite, okula başlama, okula adaptasyon, ödev ve sorumluluk güçlükleri, aile içi şiddet, travmalar, uzun süreli hastalıklar sonucu travmalar, bir yakının kaybı, vb benzeri her türlü sorun için başvurabileceğiniz bir merkez burası.
İlk önce aile ile görüşülüyor. Mümkün ise ebeyevnlerin birlikte katılması kesinlikle daha faydalı oluyor. Ancak bu kayıp, boşanma vb durumlardan bu mümkün değilse, yalnızca anne veya baba da katılabilir. Anne ve baba ile standart bir görüşme yapıldıktan sonra 2. görüşmede çocuk ile psikolog yalnız kalıyorlar. Çocuk ebeveynden ayrılmak istemezse, o durum da profesyonel bir şekilde zamanla hallediliyor. Bundan sonra her bir görüşmede ya anne-baba-çocuk oyun oynuyorlar ve psikolog izliyor, ya da psikolog ve çocuk ebeveynler yokken oyun oynuyorlar. Bu süre zarfında psikoloğun gözlemleri bir sonraki görüşmede size aktarılıyor. Bu da genellikle 1 hafta sonra oluyor. Yani özetle; bir gün çocuk ve oyun, bir diğer seans bilgilendirme şeklinde ilerliyor prosedür.
İhtiyaç duyulursa, 3 ayda bir, veya ayda 1 , merkezdeki psikyatr da görüşme talep edebiliyor, psikoloğunuzun yönlendirmesi ile.
Tüm bu görüşemelerde amaç -bir sorun olması gözetilemeksizin!- çocuğun duygusal ve zihinsel gelişiminin sağlıklı ilerleyip ilerlemediğinin gözlemlenmesi ve ebeveynlerin yönlendirilmesi şeklinde. Anne ve babaya danışmanlık yapılırken, çocuğun da -eğer varsa- ruhsal tedavisi bir yandan yürütülüyor.
Zaman zaman “Anne-Baba Eğitim Seminerleri” düzenleniyor, çok verimli geçen bu seminerler de elbette ücretsiz. 2 saatlik seminerlere duyurular takip edilerek katılınabilir, konular belli bir sıralama izlemiyor, talebe göre belirleniyor.
Kadıköy Koruyucu Ruh Sağlığı Merkezi, sadece çocuk ve ergenlere yönelik hizmet veren ilk ve tek merkezdir. Bu hizmetten faydalanmanın şartı yok ancak randevulara sadık kalmanız bekleniyor elbette. Randevunuza gidemeyecekseniz, 2-3 gün önceden iptal etmediğiniz taktirde, uzmanların değerli saatini boşa harcamış olacağınızdan, hizmetten men edilebilirsiniz.
Kortanpaşa sokak. Selamiçeşme – Kadıköy, İstanbul, Türkiye
TELEFON: 0216 3608830
çocukla tatil hazırlığı…
Bu yaz, çocukla uzun yol ve tatile çıkışımın 6. senesini yaşıyorum. Biz gezmeyi, keşfetmeyi çok seviyoruz ve yerinde durmayan 5,5 yaşında bir erkek çocuğu annesi olarak artık acil durum konusunda olaya hakim olduğumu düşünüyorum.
Böcek sokmalarından ateşli hastalıklara, küçük kesiklerden, yanmalara kadar her şeyi tecrübe ettim zaman içinde. Aşağıda paylaşacağım ürünlerin hiç biri ilaç değildir, tavsiyelerim uzman tavsiyesi değildir, sadece bir anne olarak tecrübe ettiğim, deneyip memnun kaldığım ürünlerdir. Bunu belirttikten sonra başlayabilirim;
Annesi öper geçer, geçer elbet ama bunları taşımadan da olmuyor!
Öncelikle bir ilk yardım çantası taşımak çok faydalı oluyor. İlaçları poşetlerde, çantada taşımak yerine, sert kapaklı bir çantada saklamak hem ezilmeleri engelliyor, hem de açtığınızda koyduğunuz yerde kendi durabiliyor. Çanta olması gerekmez, büyükçe plastik bir kutu da kullanabilirsiniz. 20cm x 30cm büyüklüğündeki çantamız bir yapı marketten alınma.
Her ürünün küçük veya seyahat boyunu, tercihen spreylisini ve su geçirmeyenini tercih ediyorum. Böylelikle bir karış çanta içine dünyayı sığdırabiliyorum ve çevre gezilerimizde içim rahat oturabiliyorum. Bütün saydıklarım çok gibi görünebilir, tarttım, çantamız tam tamına 800gr. Yaratacağı rahatlık yanında, hiç bir şey sayılır!
Sinema yönetimi mi? Dağıtımcı firma mı? Bu seçimi her kim yapıyorsa, acaba çocuk filmleri öncesi gösterilen fragmanlar seçilirken çocuklar hiç düşünülüyor mu?
Çocuğum olmadan önce de hemen hemen tüm animasyonlara gidiyordum ama çocuktan sonra elbette algım değişti. Film öncesi gösterilen reklamlardan bir iki tanesi rahatsız etti ilk kez beni, o zaman oğlum çok küçüktü ve içeriği anlamadı. Daha sonra gittiğimiz bir kaç filmde de hem reklam hem uygunsuz film fragmanına denk geldik. Tamamen şahsi gözlemim şu ki, çizgi filmlerin hedef kitlesi yaş sınırı gözetmeksizin ‘genç seyirci’ öngörülüyor ve reklam ve film tanıtımları ona göre seçiliyor. Süper kahramanlı, aksiyonlu, -küçük çocuklar için- gürültülü ve çok hızlı görüntülü fragmanlar, bir anda çocuğun keyfini kaçırabiliyor, korkutabiliyor. Nitekim önceki gün bu örneğin en uç örneğini yaşadık.
Sevdiğimiz, aylardır beklediğimiz bir prodüksiyonun çizgi filmine gittik ailece. Film başlamadan önce gösterilen bir fragman, oğlumu çok korkuttu. Uzman değilim ama şunu da belirtmek lazım; çocukları korkutabilecek, ürkütebilecek bir içeriğin illa korkunç olması gerekmez. Çizgi film beklentisi ile koltuğunda bekleyen çocuğun karşına aniden çok gürültülü, çok ışıklı üstelik bir de daha önce hiç görmediği patlamalı vurdulu kırdılı sahneleri çıkartırsanız, çocuk ürker. Bize bir uzaylı istilasını konu alan komedi/aksiyon filmi, hemen ardından da Batman-Süperman fragmanı denk geldi. İlk fragmanda binalar yerle bir oluyordu, bizimki bu görüntülerden çok etkilendi. Esas filmin başlama anında ışıklar birden kapandığında korktuğumuz cümle geldi; ‘Çıkalım!’
Benim oğlum genel olarak korkan eden bir çocuk değil, ama dediğim gibi içeriğin bir önemi yok ki, kimbilir nereden ne yakalıyor, ne anlam çıkarıyor ve ürkebiliyorlar. Zaten öyle olmasa yaş etiketlerinin de hiç bir önemi kalmazdı, değil mi?
Sonuç olarak filmden çıktık. Bulut gece 3’e kadar oturdu ve artık yorgunluktan uyuyakalana kadar uzaylılarla ilgili sorular sordu. Ben, sabah Youtube’dan dün akşam korkutan fragmanı açtım ve tüm itirazlarına rağmen sahneleri durdura durdura filmlerin nasıl çekildiğini anlattım, korkusunu biraz yumuşattım sanırım.
Biz anlayışlı bir sinema müdürüne denk geldik. Umutsuzca ve bir beklentim olmadan başıma geleni anlattığım bilet satış görevlisi hemen müdürü aradı ve beyfendi bizi çok yapıcı bir şekilde dinledi ve hak verdi. Biletlerimizi yenileyip, bir daha böyle bir olay yaşanmayacağının garantisini verdiler.
Çocuk gösterimlerinde sesi çok açmayan sinemalar var, bebekliler için özel gösterim yapan salonlarımız var; artık şu fragmanlara da hassasiyet gösterecek başka yöneticiler olduğuna inanıyorum!
İpek Süer
Ben çizgi filmlerin mesaj kaygılı olanlarından yanayım. Yoksa zaten çocuğumun vaktini televizyon karşısında geçirmesi taraftarı değilim. Az ve öz izlemesini tercih ettiğim yayınlardan, kaliteli olanı tercih etmek zorundayım. Ben böyle hissediyorum, bu yüzden ciddi anlamda mesai harcıyor ve ‘doğru’ mesajları içeren örnekleri seçmeye çalışıyorum. Örneğin Disney Channel Türkiye 5-11 yaş aralığındaki çocuklara hitap ediyor ve ailelerinin birlikte keyifle izleyebileceği hem eğlenceli hem öğretici içerikler yayınlıyor. ‘Çizgi film mesaj versin, öğretsin’ derken sıkıcı sıkıcı çocuğa bir mesajı dayatsın da istemem asla, çocuk onlar; izlerken kikir kirkir gülmeli, ‘çaktırmadan’ öğrenmeli. İşte bu yüzden 5,5 yaşına yaklaşan oğlumla favorilerimiz Prenses Sofia, Doktor Dottie ve İlaçları, Jake ve Var Olmayan Ülkenin Korsanları ve Fineas ve Förb. Cumartesi ve pazar sabahları Disney Filmleri kuşağını da asla kaçırmıyoruz.
Prenses Sofia 12 yaşında. Nasıl desem, çocuklukla ergenliğin tam kesiştiği noktada. İsmi ‘prenses’ ama o prensensliğe yeni yeni başlıyor ve bu hiç yakın olmadığı hayata adapte olmaya çalışıyor. Annesi Miranda, Kral 2.Roland’la evleniyor ve kralın diğer çocukları Prenses Amber ve Prens James ile kardeş oluyor. Kendine hediye edilen özel kolye sayesinde hayvanlarla konuşma yetisi kazanıyor ve zaman zaman yakından tanıdığımız tüm Disney Prensesleri onun bir probleminde yardıma gelebiliyorlar.
Hikayeden anlayabileceğiniz gibi, 2-7 yaşa hitap eden bu dizi aslında hiç de ‘mükemmel’ bir prensesin hikayesi değil. Çok pozitif mesajlar veren, mütavazi karakterli, sormaktan ve öğrenmekten çekinmeyen Sofia’nın hikayesi. Prenses Sofia başkası gibi olmaya çalışmıyor, her zaman her ortamda kendi gibi oluyor ve kazanıyor. Hikaye her ne kadar sarayda geçse de, her çocuğun günlük hayatta karşılaştığı sorunlar işleniyor. Kibarlık, incelik, hayvan sevgisi, kardeşlik dostluk ve paylaşım bu çizgi dizinin ana temaları diyeiblirim. Prenses Sofia hafta içi her gün saat 17:00’de Disney Channel’da yayınlanıyor.
Peter Pan’ın Var Olmayan Ülkesi’ne bu kez minik kahramanlar Korsan Jake, arkadaşı Izzy ve Cubby ve papağan Skully’nin maceraları var. Her bölümde gemileri ile bir maceraya atılıyorlar ve Kaptan Hook ve Smee’nin engelleme girişimlerini takım çalışması ile alt etmeye çalışıyorlar.
Çok şirin çizimleri olan, sürükleyici ve bana sorarsanız interaktif bir çizgi film aslında bu. İzleyiciye sürekli sorular yöneltiliyor, adeta takımın 4. kişisi gibi hikayenin içinde olması sağlanıyor. Karakterlerden Jake takım lideri iken, diğerleri yön becerileri ve ellerindekini doğru kullanma konusunda yardımcı oluyor ve ekip ruhuyla sorunların üstesinden gelebiliyorlar. Dostluk, ekip olmak, paylaşmak bu çizgi dizinin ana temaları. Bu arada sayı sayma, renkler, şekiller, uzaklıklar ile ilgili sürekli izleyicinin de katılacağı ufak alıştırmalar içeriyor bölümler ve bu çaktırmadan işlenen minik doz eğitimlerden sonra hazinelerine ödüller kazanıyorlar. Peter Pan de zaman zaman bölümlerde görünüyor.
Pozitif mesajlar işleyen, hayalgücünü destekleyen bu iki çizgi filmi, arayış içinde olan ebeveynlere gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum. Korsan Jake’in maceraları da hafta içleri saat 11:30’da Disney Channel’da yayınlanıyor. Fineas ve Förb’e gelince, ailecek ennn favori dizimiz, işte bu yüzden o da başka bir yazının konusu :)
Bu arada evlerinde televizyonu uydudan izleyen takipçilerime bir de müjdem var; Disney Channel uydudan şifresiz yayınlanıyor. Bunun yanı sıra Digitürk, D-Smart, Teledünya, Tivibu ve Netd.com’dan da izleyebilirsiniz, kaçırmanıza imkan yok :)
Bir dalış yaptım hayatım değişti! Gerçi her dalıştan sonra bünyeye olanlar oluyor ve hayatın anlamından, ‘Evrende nokta kadarız’a, ‘Bütün canlılar ne kadar muhteşem’den, ‘İnsan ırkı neden hep yokedici?’ye kadar bilimum konular beyninizi kemiriyor. Daha önce bu konudaki hislerimi burada yazmıştım.
Geçen hafta Bumerang‘ın #BumerangDeneyimGünleri kapsamında Turkuazoo’da dalış yaptık, dev vatozlar, kum kaplanı, rengarenk adını bilmediğim bir sürü tropik balık arasında yüzdük. Gerçekten unutamayacağım bir deneyimdi.
Akvaryumun en büyük tankı olan ve 5,5 milyon litre su ile dolu Ana Tankın derinliği 4,5 metre olup, su sıcaklığı 24-25 o C’dir. 5,5 cm kalınlığındaki akriliğin içbükey yapısından dolayı canlılar olduğundan 1/3 oranında daha küçük görülmektedir.
Suya girdiğim anda kendimi bu kocaman sarı balıkların arasında buldum kendimi ve ellerimi kocaman açıp çığlık attım sevinçten. Hocam o anı kameramla yakalamış. *balıklar: Golden Pilot Fishes
ve dev vatozlar!.. kadraja sığdıramadım!
Baktım ki, ortam çok hareketli ve netlik sağlamıyorum (çünkü bir o kadar da heyecanlı ve şaşkınım o anda!)
fotoğraftan vazgeçtim, video çekmeye başladım.
Çektiğim videoya ben kendim bayıldım :)) Burda izleyebilirsiniz:
Bu muhteşem kareler de eşimin dışardan yakaladığı kareler. Flaş kullanılmadığı ve arada cam olduğu için biraz karanlıklar.
ve işte köpekbalığı ile yüzme. Muhteşem dakikalardı. O kadar sakin, o kadar büyüleyici canlılar ki, anlatamam. 2,5 metrelik 2 adet nurse shark, çevremde beni inceleyerek dönüp durdular. Sakin sakin yüzdüler. 300 kesici dişleri olabilir ama insanlara saldırmıyorlar. Hangi hayvan durup dururken saldırır ki, insan ırkından başka!
Teşekkürler Emin Hocam ve Basat Hocam! Süpersiniz :)
*Emin Lus, Basat Tez, blogger arkadaşım Alev
8bin metrekarelik, 10bin deniz canlısını barındıran Turkuazoo’nun Facebook sayfası burada
Eşim Serdar Süer ile birlikte kurduğumuz ‘Suda Çekim’in Facebook sayfası burada, instagram hesabı ise burada
Blogger arkadaşım lafım sana! Cem Yılmaz’ın böyle bir repliği vardı, Gora’da sanırım, ‘Arkadaşım lafım sana’ neyse…
Blog ne demek biliyor musunuz? Anlamını? Web-Log kelimesi kullanımla değişerek önce wee-blog sonra blog’a dönüşüyor, 94’ten-00’lere. Belirli veya belirsiz zaman aralıklarında kronolojik olarak bir sayfada yayınlanan yazıları kapsıyor ‘blog’ siteleri. Bir nevi günlük. İster uzman olduğun konuda yaz, ister dijital günlük olarak kullan, istersen sadece saçmala. Sana özel, senin sayfan.
Sayfa senin sayfan. İster kilitlersin sadece yakınların okur, ister herkese açık yazarsın.
İster basın bültenlerine yer verirsin, ister film eleştirisi yaparsın kafana göre.
İster hergün 1 yazı koy, ister yılda 1 kez yaz. Canın ne istiyorsa, ne zaman istiyorsa.
İster çocuğunun boy boy fotoğraflarını koyarsın hergün, ister ‘ben asla paylaşmam’ dersin.
İster banner koyarsın bir markaya ait, ister arkadaşının sayfasının logosunu eklersin.
İster sayfan üzerinden para kazanırsın, ister kazanmazsın.
İster ‘1 kuruş almadan tek kelime yazmam’ dersin, ister ‘1 kuruş almam yazılarım karşılığında’ dersin. Ha istersen bazen alır bazen almazsın, senin bileceğin iş. Sayfa senin!
Sayfa adında çocuğunun adı bile geçiyor çoğu blogda, senin sayfan arkadaşım! Sadece seni ilgilendirir. Sadece seni.
Kimse kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse senin neyi neden yazığının hesabını soramaz. Sana ne, bana ne, ona ne?
Anneler için konu beslenme, özne çocuk olunca en ufak bir negatif görüş, mide bulandırabiliyor.
Et ve tavuk konusu da hepimizin, daha çok da annelerin kafasını çok kurcalayan konulardan. Yediklerimiz hormonlu mu? Organik diye satılanlar ne kadar ‘organik’? Ne, nerede, hangi koşullarda üretiliyor? GDO’dan kaçabilecek miyiz?
Geçenlerde ben ve blogger/anne arkadaşlarım Banvit’in davetlisi olduk. Etkinliğin amacı doğru bilgileri aktarma ve bilinçlendirme idi.
Banvit Kurumsal Gelişim ve İletişim Direktörü İlgi Görener Hanım’ı hem dinledik, hem soru yağmuruna tuttuk.
Her bir sorumuzu gerek açıklamalı, gerek fotoğraflı, gerekse laboratuvar araştırması sonuçlarıyla yanıtladılar. Her tür soruyla karşılaştıklarını ve artık şaşırmadıklarını söyleseler de, sözünü esirgemeyen bir grup anne olarak yine de şaşırtmayı başardık. Bu yazıya vakit ayırıyorsanız zaten aklınızda bir takım sorular vardır, tıpkı benim, bizim gibi. Toplantıda aldığım notlar ve bazı soruların cevapları şöyleydi;
-Banvit ’68’den beri tavuk üretiyor. Türkiye’de tavuğu, tabiri caizse ‘poşete koyup satan‘ ilk işletme.
-Kendilerini sürekli denetliyorlar; hem içerde (kümesler), hem dışarda (kesimhaneler)
-Hayvanlara kesinlikle hormon kullanmadıklarını belirttiler.
-Hayvanlara gerekli durumlarda* antibiyotik verdikleri oluyor, ilacın kalıntıları bünyelerini terketmeden kesim yapılmıyor. *:Gerekli durumlar nelerdir? Açıkça ‘Neden antibiyotik veriyorsunuz?’ soruma verilen cevap, ‘Siz hastalandığınızda ya da mecbur kaldığınızda hangi sebeple kullanıyorsanız, aynı sebeple’ dendi. Hastalanan bir kaç tavuk yüzünden binlerce tavuğun telef edilmesindense ilaç kullanımının zaman zaman kaçınılmaz olduğu belirtildi. Ancak kesim yapılan hayvanlarda kesinlikle ilaç kalıntısı olmadığı belirtildi.
-Tabii hemen soru geldi, ilaç kalıntıları vb kimyasallar nasıl denetleniyordu? Ayda 40bin analiz yapılıyor, bu da yılda 500.000 analiz demek. Elinize aldığınız paketlerin üzerindeki numarayı sistemde sorguladığınızda; hayvanla ilgili tarihler, şeceresi, üreticisi, hangi yetiştiriciden geldiği hepsi kayıt altındadır, dendi. ‘Çocuklarınıza yedirmeyeceğiniz gıdalar üretmiyoruz. Bugün bu yüzden tüm sorularınızı yanıtlamak istiyoruz’ diye ekledi İlgi Hanım.
–Tavuklar 40-42 günde kesiliyor. Organik tavuklar ise 80-90 günde. Türkiye’de organik tavuk adı altında satılan hiçbir ürünün gerçek olmadığını savundular. Sebebini de, hem ‘organik diyebilmek için gerekli olan hayvan başına 4m2 kapalı+4m2 kapalı alanın (Türkiye topraklarının %66’sına denk gelirmiş yalnız Banvit’teki tavuklar), sanayi atıksız bir topraktan/çevreden sıfır etkileşimle beslenen tavuklar var olduğuna inanmanın ütopik olduğunu belirttiler.
–Peki neden tavuklar eskisinden çok daha hızlı pişiyor? Eskiden tavuklar bu kadar kısa sürede kesilmezdi, aylarca dolaşırlardı ve dolayısıyla kartlaşırlardı. Kas yaparlardı ve pişme süresi uzardı. Bugün, belirttiğimiz gibi 40-42 günde kesimhaneye gidiyorlar. Dolayısıyla etleri körpe kalıyor.
-Banvit’in ürünlerinden ‘rooster’, 80-90 günde kesiliyor, yoksa yine ‘organik’ mantığına inanmıyorlar ama daha etli butlu et arayanların tercih ettiği bir ürün oluyor.
-‘Geç pişen tavuk tüm aminoaasitini kaybeder, B12’ler proteinler gider, kas yığını yersiniz’, diyor İlgi Hanım.
-Banvit yumurta üretmiyor.
-Banvit bazı büyük market zincirlerinden ürünleri çekmiş ve evlere soğuk servis yapan bir sistem kurmuşlar. Yalnızca banvitburada.com üzerinden ulaşabileceğiniz pek çok ürün var.
–‘Körpe’ markası Banvit’in B kalite ürünlerini sattığı kendi markası. Boy, kilo vb olarak standarta uymayan ürünleri içeriyor, yoksa üretim kalitesi aynı.
-Banvit.com üzerinde istenilen tüm sağlık raporlarına ulaşabiliyorsunuz.
Benim ilgimi bu konular çekmiş, bu notları tutmuşum. Çok şey konuşuldu, sayısız soruldu. Aklınıza gelen soru varsa burdan bana sorabilirsiniz, beni aşan bir konuysa kendilerinden yardım da alabilirim.
Tavuklar dip dibe ufacık kafeslerde mi yaşıyorlar, ışık oyunları ile mi gece/gündüz yapılıyor? Bu gibi soruların hepsinin şehir efsaneleri olduğunu söyleyip, bizleri Bandırma’ya davet ettiler. Eylül ayı içersinde bizzat üretim tesislerini ziyaret edeceğiz. Elimde kameramla orada olacağım. Aklınızdakileri yazın, ileteyim.
Minikler ve Anneleri isimli blog yazarı sevgili Güner Çil, ‘Anneler ve Çocukları’ köşesinde bize de yer ayırdı. Yazının orjinalini başlığa tıklayarak okuyabilirsiniz.
YAZAR GÜNER ÇİL
Anneler ve Çocukları bölümünde bu hafta İpek Süer ve oğlu Bulut var. İpek annefareyakaladim.com’un kurucusu ve editörü ve çok daha fazlası. Her şeyden önemlisi “O bir anne!”
Biraz damdan düşer gibi olacak ama seni daha yakından tanımadan önce hemen sorayım istedim. İpek Süer, Anne Fare Yakaladım, Çoluklu Çocuklu … hepsi sosyal medyada ve sensin. Hepsine yetişebiliyor musun?
Güzel soru, yetişebiliyor muyum emin değilim. Oğlum tüm vaktimi aldığından aslında hiçbir işe tam olarak yetişemiyorum ama bunu kesinlikle dert etmiyorum.
Şimdi de vazgeçilmez ilk soruya gelelim. :) Kimdir İpek Süer?
73 İstanbul doğumluyum, liseyi bitirene kadar Bursa’daydım. Üniversiteyi Ankara’da okudum, Hacettepe Turizm. Uzun süre mesleğimi yaptım. Sürekli yurt dışı ile ilişki halinde olma mecburiyeti ile internetle tanışmam çok eskidir, ’95’lerde bir mailin 3-5 dakikada gönderildiği dönemden bahsediyorum. Turizmden bunaldığım bir dönemde kısa bir süre de olsa bir kaç anaokulunda çocuklara bilgisayar öğrettim; öğretmekten ziyade birlikte eğitici oyunlar oynamak denebilir. O dönemde çoğu evde bilgisayar ve internet henüz yoktu.Bloğumun temelleri o günlerde atıldı. Sonrasında değişik projelerde yer aldım, tur operatörlüğünün yanı sıra sıradışı organizasyonlar projelendirdim. 2010 yılından beri ise evdeyim, 3 yaşında bir oğlum var, ismi Bulut.
Bloğunun ismi Anne Fare Yakaladım. Bence çok hoş ,dikkat çekici ve sanırım ince bir espirisi de var. Blog ve çocuklar için teknoloji konusunda yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Blogger.com açıldığı anda ben 2-3 adres almıştım. Çocuklarla birlikte bilgisayar oynadığım dönemde anne-babalardan çok sorular geliyordu. Sürekli aynı soruların geldiğini farkedip notlar almaya başlamıştım. Blogger’ın o dönem için bir web sayfası hazırlamaktansa, mail yazma kolaylığında sayfa paylaşımı yapabilmeye imkan tanıması, çok işime gelmişti. Adreslerden birini Anne Fare Yakaladım! olarak aldım ve yazdıklarımı paylaşmaya başladım. Buradaki fare, mouse’dan geliyor. Her ne kadar şu an çocuklar fareyle daha geç tanışsalar da, o zaman mouse’u kullanabiliyor olmak, büyük aşamaydı :)
Kadınlar anne olmadan önce annelik hayali kurarlar diye düşünüyorum. Sen kafandaki anneliği yapabiliyor musun?
Anneliği hamile kaldıktan sonra tanımaya başladım, öncesinde hiçbir hayalim yoktu. Çocuk büyütmede yapamayacağımı sandığım pek çok şeyi kolayca halledebildiğime şaşıyordum başlarda. Ama bazı konular da sürpriz çıkıyor, bir türlü baş edemediğim oluyor elbette. Başınıza gelmeden anlamayacağımız ‘yaş krizleri’ gibi konular
Oğluna “Annenin en sevmediğin yönü nedir?” desem… Ne derdi sence?
Uykuyla ilgili bir şeyler söylerdi. Her sabah aynı şeyi yaşıyoruz, “2 dakika daha gözlerimi kapatayım lütfeeen” diyorum ve onlarca soruyla karşılaşıyorum.
Bütün sıfatlardan, bütün rollerden arındırılmış İpek nasıl bir insandır? “Keşke… ama artık çok geç” dediği şeyleri var mı?
Sakin ve içe dönük bir kişiyim aslında. Evimde ve ailemle vakit geçirmeyi, doğayı ve hayvanları çok seven meraklı bir tipim; sürekli okuyan, sinema, dizi ve kitapları yakından takip eden.
Tek kelimeyle cevaplar istesem senden…
Kardeş…
-Can
Hamilelik…
-40
Pazar kahvaltısı…
-Kızarmış ekmek
Hiç unutmadığın kitap…
-Ay Sarayı, Paul Auster
Bir fincan kahve…
-Günaydın!
İnternet…
-Erişim
Baba…
-Anne
Eş …
-Hayat
Merhaba Bulut!!!
Nasılsın? Bu sabah nasıl uyandın?
Çok mutlu uyandım…
Bugün ne olsa sen, çok daha mutlu olursun?
Kar yağsın. Neden yılbaşı olmuyor? Yılbaşı olsun isterim.
:D Temmuz ayında olduğumuzu hatırlarsak sanki biraz görünüyor Bulutçuğum!
Bilgisayarı seviyor musun?
Ipad seviyorum.
Neden?
Çünkü canım öyle istiyor.
:)
Pekiii, şimdi anne/baban kadar büyük olsaydın ne iş yapmak isterdin?
Hiç bişey.
Neden Bulut?
Çünkü ben büyümek istemiyorum, büyümiycem.
Çocuklar hep çabucak büyümek isterler ama seninki daha güzel. Hiç büyümemek.Yeni bir Peter Pan mı geliyor acaba? :)
Bulutçuğum, annenle keyifli saatler geçirdiğinize eminim ama hiç annene kızdığın oluyor mu?
Kızıyorum. Kızıyorum, sinirleniyorum.
O zaman ne yapıyorsun?
Hiç bişi yapmıyorum. Bazen de yapıyorum, oturuyorum sadece.
Annen bize senin yapmış olduğun resimlerden göndermiş. Sen bu resimlerde neler anlattın?
(*bir çizgi film; Tickety Tock)
Hepsi çok güzel olmuş Bulutçuğum! Ellerine sağlık!
İpek, seni ve oğlunu tanımak çok güzeldi. Benim için çok keyifli oldu. Bir gün görüşmek dileğiyle teşekkürler… :D
Yasal Uyarı Bu sayfa, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca telif hakları kapsamındadır. Sayın ziyaretçi, bu sayfanın içeriğine ilişkin tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Güner Çil ‘ e aittir. Sayfanın, içeriği ve kullanılan her türlü görsel malzeme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmakta olup Güner Çil ‘ in yazılı izni olmadıkça kullanılmaz kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, her ne suretle olursa olsun ticari amaçla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, yeniden yayınlanamaz, yüklenemez, sunulamaz, gönderilemez ve aktarılamaz.Web sitesinin bütünü veya bir kısmı diğer bir Web sitesinde izinsiz olarak kullanılamaz. Aksi takdirde yasal işlem uygulanması söz konusudur.
26 Nisan 2014 tarihli Milliyet Gazetesinin Cumartesi ekinde “Teknolojik Anneler” röportajımız yayınlandı. (Ceren SİDAR)
Facebook, Twitter, Instagram ve nicesi… Bilgisayarlardan sonra akıllı telefonlar, tabletler ve sosyal medya derken teknolojinin hızına yetişmek zorlaştı. Tüm bu yeniliklerin içinde yer alabilmek isteyen herkes ilgi alanının bir köşesine teknolojiyi de aldı.
Bu kitleye en son dahil olanlardan biri de anneler oldu. Sanal aleme, sosyal medyaya adapte olmakta zorlanan annelerin imdadına ise kendileri de birer anne olan Derya Divrikli ile İpek Süer’in kurduğu Teknolojik Anneler adlı internet sitesi yetişti.
“Sorularıyla komik duruma düşmekten korkuyor”
Derya Divrikli (36) ve İpek Süer (41) teknolojiye ve sosyal medyaya meraklı iki anne. Mesleki alakaları olmamasına rağmen kendilerini teknoloji konusunda geliştirmişler. Kendi deyişleriyle “Annelerin teknolojiden korkmasını gerektirmeyecek, eğlenceli ve basit bir site kurmak” istemişler ve tüm tasarımını kendilerinin yaptığı Teknolojik Anneler adlı internet sitesi ortaya çıkmış.
Siteye girdiğinizde dikkati ilk çeken sanki yarısı şarj edilmiş gibi görünen merdane ve altındaki “şarjları asla bitmez” sloganı oluyor.
Bu sitenin önceliği annelerdeki teknolojik önyargıları kırmak. İpek Süer bu durumu “Önyargıyı bir kenara bırakıp basit bir dille hazırlanmış açıklamalarla teknolojiye adım atıldığında kolaylıkla ortama adapte olabilirsiniz. Mesela annem şu an tüm sosyal medya uygulamalarına hâkim. Mantığını bir kez çözünce gerisi çorap söküğü gibi geliyor” diye anlatıyor. Bir anne olarak kendileri
ve anneleri teknolojiyi, sosyal mecradaki uygulamaları nasıl anlıyorsa sitelerinde de aynı ifadeleri kullanıyorlar. Sitenin bu kadar sevilmesini sağlayan en büyük özelliğin de kullandıkları dil olduğunu söylüyorlar. Soracakları sorularla komik duruma düşmekten korkup teknolojiden kaçan annelerin sosyal medyadan korkmalarını önlemek için Divrikli ve Süer bir de Facebook’ta annelere özel bir grup kurmuş.
– Instagram’da bir fotoğrafı kırpmadan nasıl paylaşabilirim?
– Facebook’ta, Twitter’da profilime kimlerin baktığını nasıl öğrenebilirim?
– Yasaklı Twitter’a nasıl girebilirim? (VPN ve DNS değiştirmek)
– Hay Day (çiftlik işletme üzerine kurulmuş çevrimiçi oyun) nedir?
– Instagram’da nasıl video paylaşırım?
– Bilgisayarımın ekranı gitti, nasıl düzeltebilirim?
Tekno eğitimlerle yol gösteriliyor
“Teknolojik anneler”in sitesi günde ortalama 3 bin, güncel konularla ilgili yazılar koyduklarında ise 10 binin üzerinde ziyaretçi alıyor. Her ne kadar anneleri bilgilendirme amaçlı kurulan bir site olsa da ziyaretçiler sadece anneler değil. Erkekler ve çocuğu olmayan kadınlar da sitenin sıkı takipçileri arasında. Ziyaretçilerden gelen tepkileri sorduğumuzda İpek Süer ilk tepkilerin hep “Ne iyi düşünmüşsünüz” olduğunu söylüyor ve ekliyor “Anneleri teknolojiyle buluşturan, anne diliyle konuşan bir portal daha önce olmadı.”
Kültür-sanat, eğlence, fotoğraf, internet, Kitap, müzik gibi konularda yönlendirici bilgilerin verildiği, tekno marketlerdeki indirimlerin duyurulup ürünlerin tanıtıldığı sitede ayrıca internet ve sosyal medya üzerine tekno eğitimler de düzenleniyor. Hatta Divrikli ve Süer, kendilerine nasıl katılabileceklerini, nasıl üye olabileceklerini soran annelere blog açmadan internet güvenliğine kadar pek çok konuyla ilgili düzenledikleri bu seminerlere katılmalarını öneriyorlar.
Twitter’a ve Youtube’a girişin yasaklanmasından sonra özellikle VPN,
DNS gibi ibarelerin nasıl kullanıldığı, ne işe yaradığıyla ilgili sıkça gelen sorular üzerine site son zamanlarda internet yasaklarına konusuna odaklanmış. Örneğin son eğitimlerini güvenli internet kurulumu üzerine vermişler. Planları arasında seminerler ve atölye çalışmaları düzenlemek, siteden interaktif uygulamalarla annelerle iletişime geçmek var. Süer ve Divrikli kadınların teknolojiyle buluşup kendisini geliştirmesi için bir sosyal sorumluluk projesi yürütmeyi de düşünüyor.
Haberin linki;
http://www.milliyet.com.tr/sarjlari-bitmeyen-annelerin-sitesi/cumartesi/haberdetay/26.04.2014/1872808/default.htm
Özgürlüğümüz kısıtlanamaz
#TwitterBlockedinTurkey
T.C. Anayasası VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ Madde 26 Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.
Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.
T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.
Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir. Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış, farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.
Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız. Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız.
Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz. Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.
Blogger Anne ve Babalar
sevgili okur,
mayıs 2007’den beri blogger’dayım. dile kolay. wordpress geldiği ilk günden beri hiç ısınamadım, sevemedim, istemedim, bıdı bıdı..
aynı canon’cu nikon’cu ayrımı gibi, mac’çi desktop’çı çekişmesi gibi keskin çizgiyle ayrılan bir sempatim vardı blogger’a. ne de olsa google hizmetiydi. kolaydı, pratikti… ta ki 7 yıllık adresim annefareyakaladim.com ile ilgili kalbimi kırana kadar.
n’oldu? derseniz, bir şey olduğu yok aslında; anlatacak birşey bile yok bu konuda. 3’er yıllık yenilemekte olduğum .com adresimi, geçen sene yenilerken -hiç bir anormallik hissetmeden, son derece rahat bir hareketle blogger sayfamda çıkan mesajı tıklayarak yeiledim. ayarlar sekmesinde bir kutucuk belirdi yanlış hatırlamıyorsam ve ‘süren doluyor, 1 adımda yenile’ gibi bir mesaj çıktı, vay be yine vakit geçmiş dedim, tıkladım ve unuttum.o gün ben, bu hareketle google apps denen hizmeti kullanmışım, hesap da google wallet hesabımdan kesilmiş. ok, tamam, sorun yok.
bu hareketin üzerinden 1 yıl geçti ve sitemi yenileme vaktim geldiğinde, tıklıyorum olmuyor, Godaddy’ye gidiyorum olmuyor, whois’den arattım, sayfa google üzerine gözüküyor falan… neyse uzun lafın kısası adres sahibi google görünüyor, yenileme işlemini google’dan talep etmem gerekiyor, GoDaddy aranızda halledin diyor. google ile bir problem yaşadığınızda, eğer ücret ödeyen müşteri değilseniz, zaten karşınızda canlı bir muattab bulamazsınız. çok sıkıcı detaylar, uzatmayacağım ama şöyle söyleyeyim, google, bu sayfanın bana ait olduğunu ispatlamam için benden kimlik fotokopisi falan isteyince, ben o noktada koptum. sayfamın .com’lu satışını GoDaddy 1 ay askıya almıştı, o kadar uzadı ve sıktı ki olay, daha fazla uğraşmayacağım dedim ve bıraktım. ilgilenmiyorum artık gerçekten.
2 gün önce de pılımı pırtımı(!) toplayıp wordpress’den adres aldım. biraz afallamış durumdayım, köyden indim şehre durumu var hafiften.
taşınma işlemi tamamen sorunsuz -yorumlar, linkler dahil herşeyiyle sorunsuz- olarak toplamda 4-5 dakika sürdü. o da benim her yazılanı yanlış bir iş yapmamak için 3’er kere okumamdan uzadı. bu geçişi de #teknolojikanneler’e yazdım adım adım. onun yazısı da bu linkte meraklısı varsa.
.com’lu adresim gittiği için blogspot’taki çoğu yazımın linklerini değiştirmem gerekiyor, uğraşamayacağım. ama gel gör ki tüm yazılarım ve linklerim wp adresimde işler durumda, sadece şu an için görsellik açısından çeki düzen vermem gerek, ona da henüz vakit bulamadım.
işte durum budur!. artık annefareyakaladim.wordpress.com‘dayim. hazin bir geçiş oldu, çok kızgın ayrılıyorum senden blogspot. hizmetini kullandığım için cezalandırılmış gibiyim, keşke son 6 yıldır yaptığım gibi gidip paşa paşa Daddy’ciğimden alsaymışım adresimi, neyse… n’apalım, kısmet. :)
siz siz olun, google apps hizmet şartlarını bir okuyun. özellikle 1 dakikanızı ayırıp aşağıdaki şıklara bir bakın. yorumsuz.
öbür tarafta görüşürüz (!),
ipek.
google apps hizmet şartları başlığından;
1,5 yılı geçmiş, internetin güzel anneleri diye bir yazı yazmıştım, o zamandan beri aklımdadır, bir ‘anne’ sitesi hazırlamak. annelere hitap eden ama teknoloji anafikirli. tam olarak teknolojik anneler için.
vakit bulamadım, cesaret edemedim, gözümde büyüdü…
sonra Derya ile tanıştım. onun olduğunu bilmeden takip ettiğim ve fikir olarak çok başarılı bulduğum Ana Kılavuz sitesinin kurucusu, Başka Anne isimli blogun yazarı Saryade.
uzaktan uzaktan takipleşirmişiz, isimlerimizi bilmeden. karşılaştığımız ilk etkinlikte ise ‘ne yapabiliriz’i konuşmaya başladık, sitenin temelleri atıldı farkında bile olmadan.
bütün yazı oturduğumuz yerden fikir üreterek geçirdik ve şimdi artık bir sitemiz var! ismi elbette Teknolojik Anneler. henüz sitenin pek çok eksiği var; evet biliyoruz, kullanıldıkça görelim istiyoruz eksiklerimizi ve bu yüzden olduğu haliyle açtık. çok planlarımız var, çok! umarım hepsi hayata geçecek. teknolojiye aşina annelerle yenilikleri paylaşmanın yanısıra, imkanı elvermeyen ve/veya internetten, teknolojiden korkan ev hanımlarına yönelik çalışmalar yapmak istiyoruz. kadınımız ürkekliği üzerinden atsın, ‘Yapamam’ demesinler istiyoruz. çocuklarımızı büyütürken kendimizi de geliştirelim, önce biz görelim, bilelim istiyoruz. dedim ya, daha çok çok şeyler istiyoruz. hepsi sırayla!
![]() |
‘games for baby hd’ isimli oyundan |
Blogcu Anne Elif Doğan ile röportaj yapmak istiyordum, ona sorularım vardı fakat her zaman sorulan şeyleri takrarlamak istemiyordum. benim merak ettiklerim işin teknik yanı, psikolojik yanı, hissettikleriydi…
Elif çok samimi cevaplar verdi. buyrunuz, keyifli okumalar;
-Elif, çok takip ediliyorsun, sosyal medyada anneler arasında tam bir ‘celebrity’sin diyebiliriz. oğlunun yemek yerken fotoğrafını koyduğunda kaşığın markasından, yerde neden halı olmadığına kadar sorularla karşılaşıyorsun. neler hissediyorsun?
“çok hoşuma gidiyor. aslında yol göstermek için paylaşmıyorum, yaptığım şeylerin doğruluğu konusunda bir iddiam yok. ancak paylaştığım şeylerin fikir veriyor olması beni mutlu ediyor. ben sosyal medyayı şöyle yorumluyorum: “ben ortaya koyarım, isteyen istediğini alır.” kimi kaşığın markasını soruyor, kimi saat kaçta yatırdığımı. bu tür soruları yaptığım doğru olduğu için değil, “burada bir anne de böyle yapıyor” demek için yanıtlıyorum.”
-yazılarında -nasıl desem- biraz ciddisin. tanışıldığında şeker ve eğlencelisin. yazılarında tam bir anne resmiyetinde olduğunu hissettiriyor bu bana. hangi ruh hali seni daha çok yazıya itiyor, hiç farkettin mi? var mı bir kıstası?
“hiçbir şeye şaşırmadım bu ciddiyet konusuna şaşırdığım kadar! bunu bana ilk söyleyen de sen değilsin, çok ilginç geliyor bu durum. yazı dilinin verdiği donukluk olsa gerek, yoksa gayet melodili (!) konuşan bir insanımdır aslında. hangi ruh halinin beni yazıya ittiğine gelince — sanırım daha çok olumsuzluklar. ve kafamda çözemediklerim. yani “elimde bir sihirli değnek olsa böyle yapardım” dediklerim. blogum benim sihirli değneğim. çözemiyorum belki ama yazıp rahatlıyorum. olumlu anları ise daha çok görsellerle paylaştığımı fark ediyorum. instagram bunun için harika ve çok mutlu bir mecra.”
“hemen her gün. ancak son zamanlarda kitap yüzünden arayı açtığım oldu.”
“evet, ve o noktada onlara saygı göstereceğim. ileride pişman olacakları, utanacakları bir şey yazmamaya özen gösteriyorum. ve kendileriyle dalga geçecek özgüvene sahip olurlarsa çok fazla sorun yaşamayız diye umuyorum, ama bu konuda daha fazla bir şey söylemeyeyim nitekim büyük konuşmaktan korkarım. ne dersen tersi olur ya! “
“evet, diyorum. ama bunu zorunlu hissettiğim için değil, içimden geldiği için yapıyorum. bazen de çok konuşulan bir konudan gına geliyor, uzak durmak istiyorum.”
“yorumlar bu işin vazgeçilmezi. blogun yorum kısmı olmasaydı blog bugünkü haliyle var olmazdı. çok şey öğreniyorum yorumlardan, her biri çok kıymetli benim için. normalde “son sözü illa ben söyleyeceğim” diyen bir insandım, ama blog tutmaya başladığımdan beri “büyüdüm.” olumsuz yorumlara, eleştirilere karşı bazen kendimi bile şaşırtan bir tolerans geliştirdim. bugüne kadar ciddi anlamda rahatsız olduğum yorum sayısı bir elin parmağını geçmez, onlar da gerçekten çizgiyi aştıkları ve işi hakarete vardırdıkları için…
sindiremediğim tek şey, ister blogdaki yorum olsun, ister sosyal medyada bir yanıt, bir insanın karşındakini tanımadan, bilmeden, sırf rahatsız etmek için bir şeyler söylemesi. bunu anlayabilmem mümkün değil. karşıdakini görmemek, tanımamak, ona istediğin şeyi söyleyebilmek özgürlüğü vermemeli insana.”
“evet, yaklaşık iki senedir ajans desteği alıyorum. blogda sayılı güvendiğim markaların tanıtımlarına yer veriyorum. ajansım bu işbirliklerinde bana destek oluyor, aynı zamanda iletişim danışmanlığı da veriyor.”
“çocuklar doğduğundan beri bu kadar heyecanlanmamıştım. tepkileri büyük bir merakla bekliyorum.”
“evet, gittiği yere kadar devam. bu kadar severek yaptığım bir uğraşı yakın zamanda bırakmayı hiç düşünmüyorum.”
![]() Picasa
|
”kötü anne anı”: ah dedim bunu da yaptım ya ne kötü anneyim !Gece sütlerine tok tutsun diye bebe bisküvisi attıyordum. Evet yaptım, pişmanım. Doğrusunu öğrenene kadar sorgulamamıştım, üstelik bu öneriyi çocuk doktorumuzdan almıştım.
Çocuğum yokken çocuklu ailelere bakar şuna gıcık olurdum. Çocuğum olunca gıcık olduğuma pişman oldum. “Bu saatte bebeği sokağa çıkarmışlar..” “Saat kaç oldu, komşunun çocuğu hala koşturuyor, neden vakitlice yatırmıyorlar ki?” Oğlumun zor günlerinde, saat kaç olursa olsun kendimizi parklara sokaklara attığımızda, o eski laflarımı düşünüp gülüyorum.
Kararsızım… Acaba şöyle mi yapsam yoksa böyle mi ?Şimdi 3 yaşına yaklaştık ve neredeyse 2,5 yıl sonra ilkokul maceramız başlayacak. Şimdiden kafamı kurcalıyor, özel okul mu, devlet okulu mu… Artıları eksileri derken, içinden çıkamıyorum.